Çok Eşlilik (Poligami)
Poligami (Çok kadın alma)
Bu konu üzerinde yukarıda sık sık durmuştuk. Bütün tarih vesikaları ile halk bilgisi araştırmalarının birleştiği tek bir nokta, Türk tarihi ile Türk kavimlerinin hepsinde, birinci kadının güçlü ve üstün haklara sahip olduğudur. İslâmiyet’te ise şeriata uygun olarak alınan kadınların hepsi eşit ve aynı hakka sahiptirler. Belki İslâmî gelenek daha insanîdir. Ancak Türk topluluklarının başlangıçtan beri, ev içinde de gerek duydukları disiplin ve otorite, ilk alınan birinci kadına üstün haklar tanımıştır. Bütün Türk devletleri içinde de, birinci Hatun üstün haklara sahipti. Değişmeyen bir gerçek varsa, o da budur. Çok kadın alma istek ve eğilimi elbette ki erkeklerin yaratılışları bakımından, zaman zaman yaygın olmuştur. Buna rağmen şimdiki Anadolu’da bile ilk kadın, saygı ve otoritesini kaybetmemiştir. Hele komşu memleketler ile kendimizi karşılaştırırsak, bunu daha iyi anlarız. Elbette ki sosyal ilimlerde, değişmeyen kanunlar yoktur. Ancak sosyal ilimler, binlerce yıllık sosyal bir gelişme döneminde, bazı örf ve törelerin billurlaşarak, değişmez bir hale gelebildiklerini de, kabul etmişlerdir. Bunun için, binden fazla yıl önce yazılmış şeriat kitaplarına bakarak, bugünkü Türk topluluklarına yön vermek isteyenler, biraz düşünmelidirler. Aslında “İslâm aile hukuku” ile “Türk aile töresi” arasında, göze çarpan fazla bir ayrılık da yoktur. Eski Arap, İran, hattâ Roma, Cermen gibi, geri aile hukukları ile Türk aile örfü karşılaştırılamaz. Türkler birinci kadına üstünlük vermekle beraber, sonradan nikâhla aldıkları kumaların da haklarını vermişlerdir.Çoğu da tek kadınla kalmışlardır. İslâmiyet’te, çok kadın almak için, bir zorlama yoktur. Parası olan, şimdi de çok kadın alabilir. Ancak Türklerde ilk göz ağrısı birinci kadın, üstünlüğünü kaybetmiyordu. Bu da değişmeyen bir kaidedir.
Saraydaki kumalara gelince: Bilge Kağan’m Ulu Hatun’u, Çin İmparatoru’nun kızı veya bir prensesinin, kağana gelin olarak gönderilmemesinden dolayı, Çin elçisini azarlamış ve tehdit etmişti. Türk düşüncesine göre, Tanrı tarafından kağanla birlikte tahta çıkarılmış olan Ulu Hatun, böyle bir evlenmeyi devletin politikası bakımından gerekli görmüştü. Yeni gelecek bir kumadan da, korkusu yoktu. Türk Mitoloj isi’nde Manas Han, yendiği bir kağanın iki kızım esir aldı ve onları, kendi kılıç ustası ile evlendirdi. Bunu duyan Manas’in hatunu, “Han kızı ancak hanla evlenebilir” dedi ve kızları demirciden alıp, kendi kocasına nikahladı. Herhalde ünlü Harezmşahlı Türkân Hatun ile Akkoyunlu Saray Hatun’un, hattâ Sultan Alparslan’ın güçlü hatununun bile haremde, birçok kumaları vardı. Bugün Anadolu’da, kocalarım evlendiren ilk kadınların, sayıları, hiç de az değildir. Bunun için Türklerde çok kadm alma, (taaddüdü zevcât) yoktu diye, bir slogana kapılmak da doğru değildir. Ancak Barthold’un da gördüğü gibi, Dede Korkut kitabında, çok kadın alma ite ilgili en ufak bir iz bile görülmemekteydi. Her yiğidin yalnız bir tane karısı vardı. Ancak bu yurt açan ve fatih Oğuzların, saray hayatına geçmeleri ile aile düzenlerinde de bazı değişiklikler herhalde olmuştu. Bu örneğe bakılarak Türklerin tabiî hukuk ve törelerinde çok kadın alma geleneğinin olmadığı da söylenebilir. Türk Mitolojisi’nde görülen bazı motifler de, bu konuda bizi aldatmamalıdır. Oğuz Kağan’ın birinci hatunu göğün; ikincisi de yerin armağanı olan kızlardı. Bunun için birinci kadından göğün büyük varlıkları olan Gün, Ay, Yıldız hanlar; ikincisinden de yerin varlıkları olan Dağ, Deniz ve Gök hanlar doğmuşlardı. Bu, hiçbir millette görülmeyen muhteşem bir mitoloji motifidir. Oğuzlar ve biz Anadolu Türkleri, bu büyük varlıkların torunları olarak geliyoruz. Oğuz Kağan Destanı’mn bu muhteşem motifi, Türk masallarında bazı değişikliklerle, yeniden görülüyordu. Çok mitolojik bir Kuzey Türk masalında, “bir keloğlan, Ay Han ile “Gün Han’ın kızları ile evleniyor. Onlardan olan iki çocuk da, göğsünün üzerinde oynuyorlar.” Bir Elazığ masalında ise bu, keloğlanın bir rüyası şeklinde görülür: “Ay ve Gün, keloğlanın karısı olurlar, yıldızlar ise çocukları olur, göğüsleri üzerinde oynarlar.” Kara Kököl Destanı’nda da, “bir yiğit Ay ile Gün Han’ın kızları ile evlenir” Yine bir Kuzey Türk masalında, “Hızır’ın ad verdiği bir yiğit, Altın Sarı Alp’in 3 kızım ahr” Bu üç kız alma motifi oldukça yaygındır. Başka bir destanda da vardır: “Bir yiğit kendisine yardım eden üç alp kız ile evleniyor. Ondan sonra bir keloğlan olup, öç almak için düşmamnın memleketine gidiyor ve düşmanını ok yarışında yenerek öldürüyor.” Bu kızlar yaygın olarak astronomik varlıklardır. Belki de bu üç kız, terazi burcunun yıldızlarıdır. Bir başka alp da, “yer altındaki kırk kardeşin, kırk kızını alıyor” Bu destan, büsbütün mitolojiktir. Bir Kırgız destanında ise, “Han’ın oğlunu kırk kız (Kırkkız) temizleyip, yıkıyorlar.” Bu destan Kırgızların ataları ile ilgili olmalıdır. Ancak burada baba, bir erkektir. Baba erki (Patriarehat) ailesi çağma ait olmalıdır. 40 sayısı da kutludur. Bu destanlara bakarak, Türklerde çok kadın alma gelenekleri ile ilgili bir sonuca varmak doğru değildir.
“Türklerde birinci kadın” her zaman üstün ve saygıdeğer tutulmuştur. Yukarıda da bu konuya girmiştik. Hunlar ile Göktürklerde, hakanlık tahtına, yalnızca 1. kadınların çocukları çıkabilmişlerdir. Selçuklular ile Osmanlıların ilk çağlarında da, bu gelenek değişmemiştir. Tabiî olarak bazı töre dışı verasetler de olmuştur. Türk tarihi “kadın efendi”, yani “baş hatun” veya “ulubatun”lar ile dorudur. Ancak kadın efendiler, Hun, Göktürk, Selçuk ve Osmanlılarda, devlet töresinde bir mevki ile fiilî bir hukuka sahip görünmüyorlar. Fakat ÇengizHan devletinde aile gelenekleri, devlet idaresi ile törelerine de yansıyordu. Soylu ilk hatun (abakay), evde olduğu kadar devlet içinde de hak ve söze sahipti. Vladimirtsov’un da gördüğü gibi, imparatorlar ile prensler, akınlarda büyük hatunlardan akıl danışırlardı. Kadınlar, yalnız ev işlerini değil; erkekler savaşta iken, erkeklerin de işlerini yapmak zorunda idiler. Çingiz Han böyle emretmişti. Kocası ölen kadınlar, Türk töresine göre kocasının yerine geçer ve kocasının bütün haklarına sahip olurlardı. Ta ki, çocuklar büyüyünceye kadar. Bu gelenek Moğol sarayında da devam etmiş ve ölen hakanların niyabeti (regents) hatunlara geçmişti. Aslında Osmanlılarda da, birinci kadına “altçı”; ikinci ve daha sonraki kadınlara da “kuma” veya “ortak” adı verilmişti. Yani Osmanlı evlerinde de bir kadın efendi vardı. Bunun örnekleri Tarama sözlüğünün kuma maddesinde vardır. Kaşgarlı Mahmud, birinci kadını “oglagu hatun”, yani doğuran ve doğurduğu iyi olan kadın olarak tanıtmıştır. Besim Atalay bunu, “asâletli ve soylu kadın” olarak yorumlamıştır. Fakat Brockelmann bunu, “hakan hatunu” (fürstin) diye, daha iyi tanıtmıştır. Hatunun ilk oğlu, yani eski Türklerin “Tun oğul” dedikleri oğul veya evlâd, sonrakiler© bir üstünlük taşıyordu.’ Aile askerî “bir disiplinle en büyüklerin ve’ ilk blâîüarın kontrolü altında işliyordu. Orta Asya’da
. ilk kadına “Bay-Biçe” deniyordu. .”Ev sahibesi” demektir. “Evin birinci sahibi (erkek olarak) evde doğar, ikincisi de Bay-Biçe olarak dışarıdan gelir diye”,
” bir atasözü bile vardır. Ev sahibesi birinci kadın olmayanlar için ise, “BayBiçelik taşlıyor, şuaa bak”, diye alay ederlerdi. Anadolu’nun bazı yerlerinde ise kadın efendiye “bike” derler. Bu herhalde Çağatay veya İlhanlı Türk kül-türleri yolu ile Anadolu’ya gelmiş olmalıdır. Dede Korkut Kitabı’nda anlatılan, gazi ve fatih Oğuzlar gibi bozulmamış Türk kesimlerinde, çok kadın alma geleneği yoktu. Ancak şehir ve büyük devlet hayatına geçildikçe bu gelenek, yukarı kesimlerden başlayarak, aşağıya doğru yavaş yavaş bozulmaya başlamıştı.