Erkekle Kadın Arasındaki Kurallar
Erkekle kadın arasında hayat ortaklığı ve çok eski çağlardan beri, toplumun bütününü ilgilendiren bir konu olarak görülmüştür. Başka bir deyişle, erkek-kadın ilişkilerinde, bu ilişkinin taraflarını aşan, toplumu ilgilendiren bir yön bulunduğu inancı, çok eski çağlardan günümüze kadar sürüp gelmiştir.
Erkekle kadın arasındaki işbirliğin, toplumca meşru sayılması için birtakım kurallara ve usullere uyulması zorunlu olmuştur. Bu kurallar genel olarak dinî ve kanunî kurallardır. Tarihin akışı içinde, dinî kuralların düzenleme ve etki alanında bir daralma olduğu görülmüştür. Lâik hukuk düzenini gerçekleştirmiş toplumlarda ise, din kurallarının etkisi ya bütünüyle silinmiş veya en alt düzeye inmiştir.
Öte yandan, kadın ve erkek ortak hayatının kurulmasıyla ilgili olarak her toplumda, uyulması az çok zorunlu sayılan töreler, yapılması beklenilen törenler de vardır,
Kadınla erkek arasında, ilişkiyle ilgili olmak üzere kurulan, sürekli hayat birliğinin evlilik olarak kabul edilmesi için, bu birliğin din kuralları, hukuk kuralları ve törelerce belirlenmiş kalıba uygun olması, her toplumda zorunlu sayılagelmiştir.
Tarih boyunca, evliliğin (dolayısıyla ailenin) toplumun bütününü ilgilendiren bir konu sayılmasının çeşitli sebepleri olmuştur. Kadın-erkek arasındaki ortak bir hayatın kurulmasında toplumca kabul edilmiş kalıplara uyulması, meselâ, bu ilişki sonucunda dünyaya gelecek çocuklar bakımından önem taşımıştır.
Toplumun genellikle benimsediği değer kalıplarına uymayan birleşmeler ve bu birleşmelerden doğan çocuklar, birçok toplumlarda, bir toplumsal tepkiyle karşılaşmışlardır. Ailenin, toplumun ilgisini üzerinde toplayan bir kurum sayılmasının, mülkiyet düzeniyle de ilgisi vardır.
İlkel toplumlarda, bugün anlaşılan anlamdaki ferdî mülkiyet yerine, ailelerin egemenliği altında bulunan mallar vardı. “Aile mülkiyeti” denilebilecek bu sistemin sonucu olarak da, aile kapsamına kimlerin girdiğinin belirlenmesi gerekiyordu. Toplum düzeninin sağlanabilmesi için bu zorunluydu.
Öte yandan, miras konusu da aile yapısıyla yakından ilgili olagelmiştir. Çünkü miras kuralları, ölümlerden sonra geriye kalanlardan kimlerin hangi ölçüde aile malları üzerinde hak sahibi olacaklarını belirtir.
tikel toplumlarda üretimin aile düzeyinde, gerçekleşmesi de, ailelerin toplumu meydana getiren alt birimler sayılması olgusunu güçlendirmiştir. Bu anlamda, aile bir “üretim birimi” olmuştur. İlkel toplumlarda aileler, üretim ve yağma sisteminin gereği olarak, bugünkü aileden çok daha geniş, kalabalık bir
İlkler halinde yaşamışlardır. Sadece ana-baba ve çocuklar değil, büyük ana ve babalar, amcalar, dayılar, teyzeler, halalar ve hattâ bunların çocukları, torunları da bu geniş aileye dahildiler.
Böyle geniş bir aile kendi içinde, kendine yeterli bir ekonomik birim oluşturuyor; aile fertlerinin yeme, içme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarım, kendi üyeleri arasında işbölümü yoluyla sağlıyordu. Aile- fertleri, ilkel tarım ve üretim alanlarında uzmanlaşma yoluna gidiyorlardı.
Ailenin böyle sayısal bakımdan büyük, kalabalık olması, devlet gücünün mevcut olmadığı veya asayişi, güvenliği sağlamakta yetersiz olduğu dönemlerde ailenin dışa karşı korunması bakımından da büyük önem taşıyordu, tikel toplumlarda bugünkü anlamda bir hukuk düzeni olmadığından, ailenin dıştan gelecek saldırılara karşı korunması doğrudan doğruya o ailenin kendi fertlerinin yapması gereken bir görevdi. Ailenin sayıca büyük oluşu, ailenin dışa karşı savunmasını kolaylaştırıyordu. Silâhların çok ilkel olduğu bu ortamda, bir aile kişi olarak ne kadar kalabalıksa, savunma ve hücum gücü de o kadar büyüktü.
Ailenin sayıca büyük oluşu, ayrıca, sel gibi tabiî afetler karşısında dayanma ve zararı asgarîde tutma bakımından da yararlı oluyordu.
Haberleşme ve ulaşım imkânlarının çok sınırlı; siyasî birliğin ve merkezî otoritelerin zayıf olduğu tarih dönemlerinde, ailenin toplumun kurucu öğesi olma özelliği daha belirgin olarak görülmüştür. Bu tür toplumlarda fertler, toplum karşısında kendi öz kişilikleriyle değil de, üyesi oldukları aileyle bütünleşmiş olarak varlık kazanırlar. Siyasî ve yönetimci otoriteler de ferdi, fert olarak değil ailenin bir parçası olarak görüp tanırlar. Siyasî yapıda en alt birim ailedir. Bu yapıda, merkezden gelen siyasî otorite aile balkanına kadar ulaşır. Ondan öte, aile fertleri üzerinde egemen olan, aile başkanıdır. Aile başkanı (aile babası) ailenin başında bir diktatör gibidir.
“Devlet” olgusunun ortaya çıkışım ve devletin kökenini (menşeini) açıklamaya çalışan teorilerden biri olan “devletin, ailelerin biraraya gelmesiyle oluştuğu” görüşü, işte tarihin belli bir döneminde, belli toplumlarda görülen bu olguya dayanmıştır. Bu durumda devlet, sanki, her birinin başında bir egemen (aile babası) bulunan “aileler, arası” bir birliktir. Merkezî devlet otoritesi, aile üyeleri üzerinde doğrudan doğruya değil, aile babası aracılığıyla kullanılır.
Aile kavramı, “soylular” (asiller) denilen sınıfın varolduğu toplumlarda başka bir açıdan daha önem taşımıştır. Meselâ, Ortaçağ Avrupası’nda, yöneticilik mevkileri, hattâ öğrenim görme imkânları “soylu” denilen ailelerin fertlerine açık tutulmuştu. Ayrıca, “soylu” denilen aileler de, ayrıcalıklar ve haklar bakımından kendi aralarında sınıflara ayrılmışlardı. İşte bu tür toplumlarda kişinin, “soylu” denilen ailelerden birinin üyesi olup olmaması, “soylu” aileden geliyorsa, ailesinin hangi derecede soylu olduğu, kişinin toplumdaki yerini belirtiyordu.
Çağdaş gelişmelerin, özellikle de endüstrileşme ve şehirleşmenin sonucu olarak, bu ananevî aile ve toplum yapısında çok büyük ve köklü değişiklikler ortaya çıkmıştır. Meselâ aile başkanı (aile babası) bugün artık, ailenin başında eski çağlardaki gibi bir despot olmaktan çok uzaktır. Aile üyeleri, kanunî açıdan olsun, malî açıdan olsun, eskiyle ölçülmeyecek kadar bağımsız bir statüye kavuşmuşlardır.
Öte yandan, demokrasi ve cumhuriyetçilik akımlarının gelişmesi karşısında eski “asil aile” kavramı da, birçok toplumda silinmiş ve anlamını yitirmiştir. Ancak “belirtmek gerekir ki, bütün bu çağdaş gelişmelere rağmen eski aile düzeninin şu veya bu özelliği, şu veya bu toplumda, zaman zaman canlılığım sürdürebilmektedir.