Evlenme Ehliyeti,Evlenmeye Müsait Olmak
Evlenmenin ilk şartı, evlenecek kişilerin kanunun öngördüğü ehliyete sahip obualarıdır. Nişanlılar evlenmek için başvurduklarında, evlenmeye “ehil” olmanın gerektirdiği durum ve olgunlukta bulunmalıdırlar. Bizim Medenî Kanunumuza göre bu ehliyetin gerçekleşmesi için, evlenme adayının belli bir yaşı doldurması ve temyiz gücüne sahip olması (mümeyyiz olması) gerekir. Bundan başka, evlenecek kimse, evlenmek İçin kanunda öngörülen sının geçmekle birlikte, genel rüşt yaşına erişmemişse veya belli sebeplerden dolayı kısıtlanmış (hacredilmiş) ise, evlenme ehliyetinin varlığı, kanunî temsilcinin onayına bağlıdır.
Şu halde, evlenme ehliyetini bu üç noktadan incelememiz uygun olur: Yaş, onay ve temyiz kudreti.
1) Evlenme Yaşı: Medenî Kanun’un 88. maddesine göre “erkek onyedi, kadın onbeş yaşını ikmâl etmedikle evlenemez”. Demek ki, evlenme ehliyetinin kazanılması bakımından çizilen yaş sınırı erkeklerde 17, kadınlarda ise 15’tir Bu yaşlar doldurulmadan normal olarak evlenme imkânı yoktur.
Kanunda gösterilen bu yaş sınırı “en azı” (asgariyi) belirtmektedir. Buna karşılık evlenme yaşı bakımından “en çok” (azamî) bir sınır konmamıştır. En azın üstünde hangi yaşta olunursa olunsun evlenilebilir. Nişanlanma bakımından da belirttiğimiz gibi, bir kimsenin kendi başına karar yerip işlemi kimsenin onayı olmaksızın gerçekleştirebilmesi için, aslında, genel rüşt yaşının (onsekiz yaşın) doldurulmuş olması lazımdır. Evlenme akdi için bu yaşı (onsekizi) dolduran kişiler başkaca bir engel yoksa, evlenebilirler. Bu balomdan, kanunda sözü edilen en az yaş (17 ve 15), ancak kanunî temsilcinin onayı Halinde kişinin evlenmesine elverişli yaş sayılır. Bu onay sağlanmazsa, adayın 17 veya 15 yaşını doldurmuş olması evlenme ehliyetinin kazanılması için yeterli olmaz.
Evlenme yaşı bakımından gerekli olan bu onayla ilgili açıklamayı aşağıda yapacağız. Fakat bundan önce, kanunda, yaş sınırı yönünden öngörülen çok özel bir hâl üzerinde durmamız gerekiyor: Yargı kararıyla evlenme yaşının daha da aşağıya çekilmesi mümkün sayılmıştır. MK ‘nun 88. maddesinin 2. fıkrasına göre “hakim fevkalâde hallerde ve pek mühim bir sebebe mebnî onbeş yaşını ikmâl etmiş bir erkeğin veya ondört yaşını bitirmiş olan bir kprimm evlenmesine müsaade edebilir.” Bu hükümde öngörülen “olağanüstü haller’in neler olduğunu tesbit etmek gerekir. Kanunda herhangi bir örnek verilmemiştir. Bununla birlikte, ilk bakışta anlaşılabileceği gibi, bu hallerin en önemlisi gebeliktir. Onbeş yaşını bitirmemiş bir kadın gebe kalırsa, bu durum, şüphesiz, olağanüstü bir durum sayılır. Bunun gibi, kadın yaşını doldurmuş olmakla birlikte, erkek henüz onyediden küçükse, evlenmeye hükmî izin bakımından bu da bir olağanüstü hâl sayılabilir. Bu gibi hallerde kendisine başvurulan yargıç durumu inceleyecek, tarafların evlenmelerim gerekli görürse, evlenmenin yapılması için izin verecektir. Bu iznin verilmesi için yargıç ana babanın Veya vasinin onayını almak zorunda değildir. Kanunda bu kişilerin sadece “dinleneceği” söyleniyor. Şu halde yargıç, erken evlenmeyi onaylamasalar bile, onların görüşlerini aldıktan sonra, bu konudaki takdir yetkisini kullanacak ve uygun görürse evlenme izni verecektir.
Şuna da işaret edelim ki, “olağanüstü hâl” olarak andan gebelik hali bu konuda başlıca sebebi oluşturmakta ise de, bunun dışında kalan haller de bulunabilir. Bizim yargıtayımızın eski bir kasarında da, maddenin uygulanması bakımından yegane hal olmadığına işaret edilmiştir. Meselâ, yoksul bir kızın, çok iyi bir evlilik yaparak, yurt dışında çalışan, kocasının yanma yerleşmesi imkânı ortaya çıkmışsa, yargıcm, henüz onbeş yaşını sürmekte olan bu kız için evlenme izni vermesi ve bunu olağanüstü bir hâl olarak değerlendirmesi mümkündür.
Olağan haller için 17 ve 15; olağandışı haller için 15 ve 14 yaşın doldurulması şeklinde düzenlenmiş olan evlenme yaşı sının daha aşağıya çekilemez. Kanunda, bu sınırlar dışında kalan evlenmeler için izin veya müsaadeyi sağlayacak bir hüküm yoktur. Daha aşağı yaşlarda olanlar her nasılsa (resmî biçimde) evlenmiş-lerse, bu evlilik geçersizdir. Bununla bir» likte, böyle bir evlenmenin yapılmasından sonra, kanundaki yaş şartı gerçekleşmişse, geçersizlik problemine değişik bir açıdan bakmak yerinde olur. Bu takdirde, geçersizliğin tespitiyle ilgili olarak açılacak davada ileride göreceğimiz Medenî Kanun’un 120. hükmünü kıyas yoluyla uygulamak düşünülebilir.
Evlenme yaşı bakımından bizim kanunumuzda öngörülen sınırlar, Batı ülkele-rindekine nazaran daha aşağıdır. Medenî Kanun ilk yürürlüğe girdiği tarihte 18 ve 17 olarak tespit edilen yaş, 1938’de yapılan değişiklikle, bugünkü rakamlara, yani 17 ve 15’e indirilmiştir.
2) Onay: Hukukî işlemlere girişme ehliyeti yönünden olgunluk yaşı, genel olarak onsekizdir. Bir kimse ancak onsekiz yaşını doldurunca “reşit” olur ve mahcur değilse, temyiz kudretine de sahip olmak şartıyla “tam ehliyetli” sayılır. Bu yaşı doldurmayanlar, kanunî temsilci denilen ana-babanm nezaretine ve yapacakları işlemlerde de onayına tabidirler.
Evlenme yaşım (ya da “evlenme rüştünü”) normal rüşt yaşından daha aşağıda bir yaş olarak tesbit eden kanun koyucu aslında genel ehliyet sisteminden evlenme işlemi bakımından ayrılmış değildir. Sözü edilen yaş sınırı (17 ve 15) evlenebilmek ve bu işleme ilişkin kararı kendi . başına verebilmek açısından konulmuştur. Ama bu yaş sınırını geçmiş olan kişi, evlenme kararını vermiş olsa da, bu kararını tek basma yürürlüğe koyamaz. Genel rüşt yaşı olan onsekiz yaşı dolduruncaya kadar, bu kararın icrası için, kanunî temsilcinin onayına ihtiyaç vardır. Tıpkı bir alım satım işleminde olduğu gibi, burada da karar sahibi küçük, onay almadıkça evlenmeye “ehil” değildir.
Küçüklerin evlenebilmeleri açısından öngörülen bu onayın bir özelliği şudur: Burada kanun “veli “den veya “kanunî temsilci”den söz açmayıp “ana ve baba” demiştir. Bu ibareye bakarak, velayet hakkına sahip olmasalar büe (meselâ, velayet hakkı belli sebeplerle kendilerinden alınmıştır), bu onayın mutlaka ana ve babadan alınması gerekeceği sanılabilir. Bununla birlikte, maddede yeralan “ana ve babadan yalnız biri velayeti haiz ise onun rızası kafidir” ibaresinden, durumun böyle olmadığı, buradaki onayın velayete bağlı bir yetkiye dayanacağı anlaşılır. Bununla uyumlu olarak, küçük vesayete tabî ise, ana babası hayatta olsalar bile, onların değil, vasinin onayı aranacaktır.
Ana baba onay vermezlerse küçük, evlenme işlemini yapamaz. Yalnız birinin onaylamaması (her ikisi tie velayet hakkına sahip iseler) evlenmeyi engeller. Bu konuda “ana baba velayetin kullanılmasında anlaşamazlarsa, babanın oyu üstündür” kuralı uygulanmaz. Onaydan kaçman ana babaya karşı başvurulacak yol var mıdır? Bu konuda, eğer şartları varsa, küçüğün, velayet hakkının nezd (kaldırılması) talebinde bulunabileceği ileri sürülmektedir. Böyle bir sebeple, velayetin nezinin istenebileceği bize şüpheli gözüküyor. Sırf evlenmeye izin vermedi diye veliyi azletmek mümkün sayılmamalıdır.
Buna karşılık, onaydan kaçınan vasi ise, küçük veya mahcur, “mahkemeye müracaat edebilir” (MK.91/II). Bu başvurunun sonucu hakkında kanunda bir hüküm bulunmamakla birlikte, burada, vasiye nezaret eden mahkemenin, vasinin yerine geçerek gerekli izni verebileceği kabul edilir. Tekrar belirtelim ki, burada sözkonusu olan onay, ana babası olmadığı veya onlardan velayet hakkı kaldırıldığı için kendisine vasi tayin edilmiş küçükler için değil, reşit olmakla birlikte, haklarında kısıtlama (hacir) kararı verilmiş kısıtlılar (mahcurlar) için de gereklidir. Bu izin olmadıkça, mahcur durumunda bulunanlar da evlenemezler.
3) Temyiz Kudreti: Nişanlanma hakkında bilgi verirken belirttiğimiz gibi, temyiz kudreti (ayırtım gücü) her çeşit hukukî işlemin vazgeçilmez ehliyet şartıdır. “Makul surette hareket etme” gücünden mahrum olan kimselerin, kendi hayatlarını, kendi istekleri doğrultusunda yönlendirecek güçleri de yok demektir. Davranış, eylem ve işlemlerinin anlamını ve sonuçlarını idrak edemeyecek durumda bulunan bir kimseye, hukukî hayatı etkileyecek, ilişkilerini biçimlendirecek bir imkân sağlanması sözkonusu olmamalıdır.
Genel olarak bütün işlemler bakımından geçerli olan bu gerekçeyi, kanun koyucu evlenme bakımından da gözönünde tutarak “Evlenmeye yalnız mümeyyiz olanlar ehildir” (MK M. 89) hükmünü getirmiştir. Aslında, bu genel kuralm burada bir tekrarlanmasıdır. Gerçekten, ister sürekli olsun, ister geçici olsun, bir kimse, makul surette hareket etme gücünden mahrum ise, bu halde bulunduğu zamanda açıkladığı evlenme iradesiyle bağlı tutulamaz. Meselâ bir sarhoş, evlendirme görevlisi önünde, içkinin etkisi altında bulunarak, evlenme isteğini açıklamışsa, bu açıklamaya değer vermemek gerekir.
Temel esas bu olmakla birlikte, kanun temyiz kudretinden geçici olarak mahrum iken evlenme iradesini (memur önünde) açıklamış kimsenin durumu ile, akıl hastalığından ileri gelen hali birbirinden ayırmıştır. Kanuna göre “akü hastalıklarından birine müptelâ olan kimse asla evlenemez”. Demek ki, bir kimse akıl hastası ise, zaman zaman temyiz kudretine sahip olsa bile (meselâ, belli zamanlarda ortaya çıkan, akıl hastalığı hali) bu durum evlenme ehliyetine engeldir. Yukarıda alıntı yaptığımız hükümde (MK.M. 89/11) yeralan “aşla” sözcüğü bu esası belirtmektedir. İlerde göreceğimiz gibi, akıl hastalığı esasen bir evlenme engelidir.
Evlenme ehliyeti için gereken bu şartlar gerçekleşmişse, şahıs evlenebilir. Ne var ki, bunlar şahısta varolması gereken “müsbet şartlar”dır. Kanun koyucu ilk olarak bunları saydıktan sonra, “menfî şartlar” diyebileceğimiz birtakım şartlar daha saymaktadır. Bunlara kanun “evlenme manileri” adını veriyor. “Evlenme engelleri” başlığı ile bu olumsuz şartları birer birer inceleyeceğiz.