Evlilik Hayatı
Birçok psikolog, evlilik hayatında üç önemli dönem olduğu fikrinde birleşirler. Bunlar; başlangıç dönemi, evliliğin beşinci ve yedinci yılları arasındaki dönem ve evliliğin onikinci ondördüncü yılları arasındaki dönemdir.
Başlangıç döneminin zor olduğunu anlamak güç değildir. Zira bu devrede evlilik gerçeğiyle ilk defa karşılaşılır. Eğer çiftler, sorumluluk duygusuna sahip ise bir program tesbit edilmelidir. Diğer iki dönemin kritik olmasına yolaçan sebepler ise pek geçerli değildir. Ancak, istatistikler boşanmaların en çok bu iki dönemde olduğunu göstermektedir. Muhtemelen bu iki kritik dönemin sonlarına doğru anlaşmazlıklar ve uyumsuzluklar gelişir, yeni ruhî ihtiyaçlar başgösterir. Zira; erkek ve kadın, genellikle yetişkinlik çağına eriştikten sonra da gelişmeye devam ederler.
Bunlardan daha sonra etraflıca bahsedeceğiz. Şimdi, uzun süre beklenen ve mutluluğun hayal edildiği, başlangıç döneminden sözedeceğiz.
Başlangıç döneminde kendiliğinden olan idealize etme hali daha sonra ortaya çıkan hayal lnrılriiiciariTiiîi başlıca sebeplerinden birisidir. Bu yüzden, nişanlılık döneminde, çiftler, ne kendilerim fazla hayale kaptırmak, ne de gereğinden fazla katı,gerçekçi olmalıdırlar.
Evliliğin ilk zamanlarında karı-kocada ilk endişeler belirmeye başlar. “Acaba hayallerimiz gerçekleşecek mi?” ya da “Artık aramızda çözülmez bir bağ var. Acaba neler olacak?” gibi sorularla rahatsız olurlar.
Önceden kolaylıkla üstesinden geldikleri, iyimserlikle kabullendikleri küçük problemlerden, şüphelerden artık korkmaya başlarlar. Her ikisi de, hayata bakış tarzlarının değiştiğini farkederler.
Birkaç gün öncesine kadar, üzerinde düşünmeye bile gerek duymadan, kolayca hallettikleri problemler, artık ağır gelmeye başlar. Zira, bütün engelleri ortadan kaldırarak amaçlarına ulaştıkları anda, yepyeni bir gerçekle karşı karşıya gelmişlerdir.
Bu yersiz endişeler, karı-kocayı başlangıçta son derece hassas ve alıngan yapar. En ufak bir terslik, büyük bir ümitsizliğe yolaçar. Mesela, basit bir iltifat ve sözler taraflardan biri tarafından ihmal edilse diğer taraf bundan büyük endişe duyar. Ve tartışmalar başlar. Koca ilk defa’ ‘Karıcığım, bugün çok güzelsin” demeyi unuttuğu için, genç gelin, aniden ağlamaya başlar. Çünkü, ona göre artık büyük sevgileri azalmıştır.
Hele karı-kocanm psikolojik bilgileri de varsa, endişeleri hafifleyeceğine daha da derinleşir. Zira, psikolojik konuşmalarda pek çok karanlık nokta, bu bilgilerin ışığında ortaya çıkacaktır.
Bu konuya örnek olarak, Freud bir hikaye anlatır: Bir kadın, düğününden birkaç gün sonra, kocasını bir arkadaşıyla tanıştırırken, evlendiklerini unutarak, hâlâ nişanlı olduklarını sanıp “x bey” tabirini kullanır. Büyük bilini adamına göre, bu olay, o kadının kendini halâ çocuk olarak görmek istediğini ve evlendiğini kabullenmediğini ortaya koymaktadır. Freud daha sonra, bu çiftin son derece mutsuz bir evlilikleri olduğunu da ekler.
Biz, Freud’un görüşüne katılmıyor değiliz, ama mutlu bir evlilik geçiren yaşlı bir çift tanıyoruz. Bu çiftin yıllar önce balaylarını geçirdikleri şehirde koca, bir müşterisini ziyaret ettikten sonra kendisini başka bir otelde bekleyen gelini ta-mamiyle unutarak, her zaman rahatlıkla kaldığı otele gider.
Aslında, buna benzer olaylar, çiftler arasında huzursuzluğa yolaçabilir. Ancak, değişik sebeplerden kaynaklanabilecek bu olayları fazla büyütmemek lazımdır. Sözgelimi, karısını unutup başka bir otele giden kocanın durumu, henüz başlamış evlilik hayatının ona verdiği huzura ve rahatlığa bağlı olabilir. Mutluluğundan hayallere dalan, huzur dolu koca, kendini, mekanik olarak, eski alışkanlıklarına bırakmıştır. Bundan da anlaşıldığı gibi, koca kendini evli bir erkek olarak değil de, hâlâ bekârmış gibi,yaşadığı mutluluğun merkezinde hayal etmiştir.
Bazı küçük belirtilerin üzerinde fazla durulmaması gerektir. Zira, olayların ele alınış şekli son derece önemlidir. O zamanlar, yeni gelin ve unutkan koca, bu olay karşısında çok gülmüşler. Ancak, kadın kocasına “Beni sevmiyorsun” deseydi, bu itham pek çok anlaşmazlıkların başlangıcı olabilirdi.
Endişelerle dolu bir başlangıç dönemi, özellikle, zıtlıklarla dolu bir nişanlılık devresinden sonra evlenebilmiş olan o genç çiftte kendini göstermiştir. Şayet, aileleri bu çiftin evliliğine karşı çıkmış olsaydı, genç nişanlılar, bir müddet sadece bu itirazlarla başa çıkabilme şeklini düşünürlerdi. Böylelikle konuya objektif açıdan bakamayıp, aldıkları kararın doğru olduğunda ısrar ederlerdi. Evlilikleri gerçekleştikten sonra da kabul etmedikleri bütün şüpheli görüşler beyinlerini kurt gibi kemirmeye başlardı. Böyle durumlara fırsat vermemek için, evlenmek isteyen gençlere uzun müddet karşı çıkan ailelerin rıza göstermeleri yerinde olur. Ayrıca, büyükler düğünün en azından 6 veya 7 ay sonra yapılması gerektiğini söylemelidirler. Bu zaman içinde, gençler, gelecekteki ortak hayatları hakkında daha sakin ve daha sağlıklı düşünme imkanım bulmuş olurlar.
Nişanlılık devresinde karşılaşılan engeller, gençleri sadece kendilerini düşünmeye sevkeder. Kısacası, engellerle uğraşmaktan gelecek hakkındaki planlarını ayrıntılarıyla hazırlayamazlar.
Evliliğin ilk zamanlarındaki endişeleri, karı kocanm genç oluşu da artırır. Kendilerini birdenbire evlilik sorumluluklarının içinde bulan gençler, doğal olarak şaşırırlar. Evlenene kadar aile içinde çocuk gibi davranan ve her konuda ailelerine dayanan gençler, artık kendi kişiliklerini ortaya koyacaklardır. Zira, karşılaştıkları zorlukları anında, kendileri halletmek zorundadırlar. Çocuk olarak değil de, aile reisleri gibi, kendi düşünceleriyle hareket etmeleri gerektiğini anlayacaklardır. İşte, bu gerçekle karşılaştıktan sonra gençler, anne-babalarıyla aralarındaki sürtüşmelere son verirler. Artık onlar da birer aile büyüğü olmuştur. Böylelikle anne ve babalarına arkadaş gözüyle bakarak onlara daha bir yakınlaşırlar.
Endişe veren düşüncelerden kurtulmak için en iyi çare, bunların kaçınılmazlığını kabul etmektir.