Gelin
Gelin
Gelin sözü “gelmek” kökü ile “gelen” anlayışından türemiş bir deyimdir. Eski veya yeni bütün Türk kavimlerinde bu söz “kelin” veya gelin şeklinde söylenir. Dede Korkut’ta dendiği gibi, “oğlu olan evermiş, kızı olan göçürmüş”. Gelinin göçtüğü koca evi de, gelinleri kendinden ayrılmaz ve bölünmez bir parçası yapmıştır. Türk aile düzen ve gelenekleri bu anlayış ve temele dayanır. Gelin koca evine din ve mukaddes inanışlara dayanan bağlar ile bağlanır. Ocak, bilindiği: gibi, Türklerde kutlu ve mukaddestir. Evin ve ailenin sembolüdür. Şimdi de öyledir. Aslında ev ile evlenmek sözleri, temel anlayış bakımından birbirine dayanır. Türklerin inancına göre, evin ve ailenin ocağında, ev ve aileyi koruyan iyi ruhlar vardır. Evin eşiğinde de yine evi ve aileyi koruyan bekçi ve koruyucu ruhlar bulunur. Bugün biz bunlara batıl desek bile, bugünkü modern ailelerin bile dayandıkları ve gerek duydukları bu gibi bazı manevî destek ve inançları vardır. Koca evine gelen gelin, el kızıdır. Bunun için koca evini koruyan ruhlara yabancıdır. Gelin Türklerde eşiklerden, halılar üzerinden selam verdirilerek geçirilir. Koca evinin ocağının önüne gelince, ocağa da selam verir ve ocakta kendisine yabancı olan ruhları alıştırmak için, saçı yapar. Ertesi günü dışarı çıkıp, koca yurdunun yer ve sularını gezerek, onlara da selam verir ve oralara da saçı yapar. Gelinler, ilk çocuklarını doğuruncaya kadar ocaktan uzakta, yani kapı yanında otururlar. Gerçi gelin, ocak ruhlarından korkuyormuş gibi uzakta oturur. Ancak bu Türklerin “orun” düzeni dedikleri evde oturma protokollerinin bir gereğidir. Çocuk doğuran gelinin artık protokol ve değeri yükselir. Koca evinin normal bir üyesi olur. Görülüyor ki Türkler din inanışlarının da desteklediği disiplinli ve inançlı bir aile kuruyorlardı. Bugün Anadolu’da bu tören ve saçılar tam olarak kalmamıştır. Aynı inanışlar bugün de yaşamaktadır. Gelin güzel ve* uğurludur Talihlidir ve bollukla gelir. Bunun için Kırgız Türkleri,’ ‘gelin kesikli” yani talihli geldi derler. Tabiî olarak oğlan evi, gelinin güzelliğine de değer verirdi. Bunun için yine hayvancı Kırgızlar, “oğlanın iyisi saygılı, gelinin iyisi ise endamlı (kelbet, heybetli?) olanıdır” diyorlardı. Rahmeti Bey’in yayınladığı Uygarların eski Türk şiirlerinde,.ana ve; ata sayıldıktan sonra sıra geline geliyor ve “kelinim” deyip gelinlerinden söz açılmaktadır. Hatta oğlum, kızım sözleri ve sıraları gelinden sonra gelmektedir. Dede Korkut’ta “güvencimle getirdiğim gelinciğim” deniyordu. “Gelincik” güzel gelin, gelin gelincik demektir. Kayın anası geline, “dilin için öleyim, gelinciğim” veya “kara başım kurban olsun sana gelinciğim” diyordu. Dede Korkut’ta “kaza benzer kızımız, gelinimiz bunlu” derken de., gelinini kızından ayırmadığını gösteriyor. “Kademi kutsuz gelin” diyenler de oluyordu. Ancak gelin Banı Çiçek aldırmıyor, bu sözleri kayın atası üe kayın anasına şikayete gidiyordu. Gelin dışarıya karşı koca evinde yani (patrilocal residence) de güçlüdür. Eski Uygur şiirlerinde, gelinlere büyük unvanlar verilmiş ve gelinler saygılanmıştır: “Sevgili doğmuş küçük kardeşim ve Gelin Ağam nerede?”. Buradaki “ağa” sözü gelinin bir unvanıdır. Gelini bir ağırlamadır. “Kelin Tengrim, kelinim Turmuş Tegin” gibi gelin adlarında da “Tengrim” ve “Tegin” büyük ve ağırlayıcı unvanlardı. Türklerde gelin konusu, çok geniş ve mühimdir. Gelinin her giydiği ve her taktığı şeyde, bir mana ve sembol vardır. Dede Korkut’ta Banı Çiçek’in dediği gibi, “nisan yüzüğünde bile binbir nişan vardır”. Gelin, ana ocağından çıkmadan önce gelinin babası, kızının beline bir kemer takardı. Herkes bunu bir bakirelik işareti ve sembolü olarak kabul ederdi. Fakat kemerin içi para dolu olurdu. Baba el evine giden kızını, desteksiz bırakmamak istemişti. Aslında bu kemer konusunda her iki görüş de doğrudur. Kemerin takılış sebebini yalnızca paraya bağlamak da maddecilik olur. Halbuki yuva maneviyat ve ruhların birleşmesi ile kurulur. Gelinin başmdaki turna kanatlanmn ise başka vardı. Bütün bunları burada
açıklayabilmek için yerimiz yeterli değildir. .
Gelin alma: Dede Korkut’ta da dendi’ ği gibi “oğlu olan evermiş, kızı olan göçürmüş”. Kızın ye gelinin göçü, gelin alma üe olur. Gelin alma, Anadolu’da ve âış Türklerde büyük ve manalı bir seremonidir. Biz daha çok Anadolu’da “dünürşü” vb. denen oğlan evinden gelin almaya gelen heyetler üzerinde durmuşuzdur. Halbuki gelinliğin bu ilk döneminin derin duyguları ile sembolleri, ana ile kızın ayrılış sahnelerinde görülür. Ana, gelinlik elbisesinden önce kızına kendi diktiği elbiseyi giydirir. Kızım böyle görür. Ondan sonra “analık elbisesi” katlanarak, nesillere kalmak üzere çeyiz sandığına konur. Bundan sonra ana kızının basma bir beyaz yaşık, baba da bir kuşak bağlar. Bütün bunlar nesilleri nesillere bağlayan, güçlü bir sosyal düzene sahip, büyük bir kavmin yaptığı küçük; fakat rnfi”«l’ ve sembolik hareketlerdir. Anadolu’nun birçok yerlerinde olduğu gibi bütün bu gelin seremonilerine iştirak eden kadınlar, sırmalı kaftan giymek zorundadırlar. Görülüyor ki, bu yalnızca bir düğün ve gelin seremonisi değil; üniformalı ve kutlu bir devlet töreni gibiydi. Zaten bu anlayış, gelin alayı ile gelin indirmede de görülür. Gelin alınca, Cezayir marşı vurulur. Harput yörelerinde öyledir. Cezayir marşı, bugünkü İzmir marşıdır. Aile, devletle kaynaşmıştır. At ve silâh, onun çeşnisidir. Kırgız veTKazak Türklerinde söz kesimi de,eski Türk askerlik kurultaylarında olduğu gibi at üzerine yapılır. Gelin indirme sırasında “saçı” hareketleri, birinci sırayı alır. İster un, ister su, isterse para saçılsın, bu geleneklerin kökleri yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türklerin İslâmiyet’ten çok önceki inanışlarına dayanır. Kına ve kına yakma adeti, Türklere ne zaman girmişti? Bunu bilemiyoruz. Ancak bizden çok uzakta bulunan Kuzey Türklerinin oldukça eski destanlarında, “on parmağı kınalı” gelinlerden söz açılmaktadır. Gelinin ayak bastı, yüz açımı ve görümlük meselelerinden, gerdek ve nişan maddelerinde söz açacağız. Gelinin koca evine binip geldiği “gelin atı” da bütün Türklerde ayrı bir değer ve sembolik bir mana taşır. Gelin kılavuzları ile hizmetçilerini de, sağdıç bölümünde ele alacağız. Türk destanlarında, gelin ve kaynana kavgası pek yer almıyordu.
Gelin indirme: Kızın koca evine ayak basma törenidir. Gelin aym zamanda attan inince, koca yurdunun toprağına da ayak basacak, koca yurdunu koruyan ruhlarla ilk defa karşılaşacaktı. Bunun için gelin indirmede saçı seremonileri, birinci sırayı alırlar. Saçı da bir çeşit kurbandır. Köklerini çok eski Türk inanışlarından alır. Orta Asya Türklerinde buna “saçu” veya “saçuk” da denir. Saçı yapma, bugün bizim “darısı başınıza” sözümüzde yaşamaktadır. Parayı başımızda çevirerek vermemiz de, bu eski Türk geleneğinden gelmektedir. “Gelin uğuru” diye, gelinin basma atılan şeyler de bu inançtan kaynaklanır. Kırgızlar da ise gelin indirmede, oğlan evinden yaşlı bir kadın gelinin üzerine şekerlemeler saçardı .Buna “çaçüamak” derlerdi. Samanların putlar üzerine yaptıkları saçıya da böyle denirdi. Tanrılara sunulan içkiye “çaçılgı” içki kabına da “ça-çıl” denirdi. Bunları bizim saçı adetimizin nereden geldiğini göstermek için yazıyoruz. Ulu Yüz Türkleri eskiden gelinin atının yele ve kuyruğuna da kımız saçarlarmış. Ancak sonraları kımızın yerini ana gıda olarak un alınca, geline un serpmeye başlamışlar. Un aym zamanda Özbeklerde bir yüz akı sembolü olmuştur. Su serpme ve su töreni ise daha uzak Türklerde mesela Başkurtlarda görülür. Bunun manaları daha derindir. Anadolu’da ise bu saçılara “gelin uğuru” denir. Gelin indirme sırasında kurban kesme, bütün Türk illerinde yaygındır. Belki de başlangıçta, koca yurdunun yer ve sularım koruyan ruhlarım memnun etmek için yapılıyordu. İslâmiyet’ten sonra ise manası değişmiştir. Anadolu’da buna “uğur kesme” de denir. Polatlı’da güveyiden, gelin için toprak bastı parası istenir. Türkistan’da ise ateş yakılıp, ip çekilir ve güveyiden para istenir, buna “lenge salmak” adı verilir. Türkmenlerde ise oğlan evinden “üzengi hakkı” istenir. Belki de başlangıçta bu para almak için değil; koca evine geliş, yeni ve tabu bir bölgeye geçiş hakkı olarak görülüyordu.