Kalın İle Başlık Arasındaki Farklar Nelerdir.?
Kalın, başlık değildir
Geçen yüzyılda Türk illerinde araştırma yapmış olan Grodekov ve Dingelstedt gibi inanılır araştırmacılara göre, “kaim” şu demektir: “Kalın, babanın sağ iken oğullarının evlenebilmeleri için verdiği paydır.” Görülüyor ki, mesele sanıldığından çok daha derinleşip ve genişlemektedir. Babanın kızları için ayırdığı pay ise “çeyiz” olarak kızla birlikte gidiyordu. Ancak araştırıcıların üzerinde birleştikleri bunakta vardır ki, o da çeyizin kalından daha az tutulduğudur. Bunun için kızların oğulları veya yeğenler “annemin çeyizini az verdiniz “diye dayılarının malîni üç defa talayıp yağma edebiliyorlardı. Kız çeyizini alıp gidiyor ve koca ailesinin kütüğüne yazılıyordu. Geçen yüzyıl Kazak Türklerinde evlenen kızların, baba evinde artık bir miras hakkı kalmıyordu. İnsanî tarafı bir yana konur, töreler sert ve katı çizgilerle çizilirse, durum böyle idi. Ancak Batı Türkleri ile Oğuzlarda bu çok eski temel prensipler, daha da yumuşamıştır. Belki de gelişmiş Türk topluluklarında çok katı kaidelere gerek kalmamıştı. Buna rağmen Dede Korkut kitabı ile bugünkü Anadolu’ da dayı yeğen kavgaları henüz bitmemişti. Bununla beraber artık zamanla kahn andlaşmasmda, oğlanın dayısı da bulunmaya btamıştı. Hem de kaidelerin çok kesin olduğu Kazak Türklerinde bile. Kazak Türklerinde “oğlunu evlendirmek babanın kaçınılmaz bir vazifesi idi.” Oğul, baba evindeki kalın hakkından vazgeçemezdi. Eğer babanın malı var da, oğlunun evlenmesi için gerekli kalını vermezse, Kazak Türklerinin bazı kesimlerinde oğlana, kalını babasından zorla alma hakkı bile veriyordu. Eğer babanın malı yok ve yoksul ise, o zaman oğlan çalışıyor ve kazandığı parayı babasına vererek, bunu kendi kahrı hakkına yazdırıyordu. Bilim adamlarının da belirttikleri gibi, kız kaçırma günlerindeki kavgalı kız alıp verme çoktan sona ermiş ve yeni bir “barış” dönemi başlamıştı. Önce aracılar (vermittler) harekete geçerler ve kalın andlaşması, her iki taraf arasında dostça yapılırdı.
Ancak gelinlik kızı görmek çok eski bir inanışa göre, tabu idi. Kahnı oğlanın babası verir, akrabaları da ona yardım ederdi. Mal veya para olarak kalın 7 ve 9 gibi kutlu sayılar üzerinden Ödenirdi. Yani (70, 90 veya 700, 900 koyun veya altın) gibi. Dede Korkut kitabında birçok şeyler bu katlı sayılarla sayılırdı.
Dede Korkut ‘kitabında, Türklerin çok eski kız kaçırma günlerinin hatıra ve izlerini görebiliyoruz. Deli Karçar’ın kız kardeşi Banı Çiçek’i istemeye hiç kimse cesaret edememiştir. Bunun için “Dede Korkut varsın gitsin dediler”. Fakat Dede Korkut da “bilirsiniz kim Deli Karçar kız kardaşmı dileyeni öldürür” dedi ve iki at istedi. Dede, Deli Karçar’a gidip “Tanrı’nın buyruğıyle, Peygamber’in kavlıyle aydan aru, günden görklü kız kardasın Banı Çiçeği Bamsı Beyrege dilemeğe gelmişem” dedi. Deli Karçar bunu duyunca kızdı. Dede Korkut da korkup “köstegü üzdü”. Yani kaçtı. Deli Karçar da Dede’yi kovaladı. Fakat Deli Karçar, Tanrı’nın yardımıyla Dede Korkut’u öldüremedi ve eli tutuldu.
Tanrı’dan korkan Deli Karçar kız kardeşini vermeye razı olup şöyle dedi: “Dede, kız kanndaşımun yoluna ben ne ister isem verir misin?”, işte bu söz, bir kahn istemesidir. Kalını, “kız kardeşinin yoluna” istiyordu.
Bunun için Anadolu’da mihre “ata yolu” denmesinin sebeplerini de bu anlayışın derinliklerinde aramak gereklidir. Dede Korkut’taki bu ünlü hikayeyi burada anlatacak değiliz. Banı Çiçek için kahn olarak da bin aygır, bin buğra ve bin koç istenir. Bundan da anlaşılıyor ki, dişi hayvanlar, Tann’ya kurban olarak verilemediği gibi, kutlu kaim için de verilemiyordu. Bu kalın andlaşmasından sonra yalnız oğlan evi değil; kızın kardeşi Deli Karçar da “ağır düğün” hazırlıklarına başlar. Bazı Türk kesimlerinde sembolik olarak her iki evin kavga ettikleri de görülür. Ancak Deli Karçar Oğuzlarda kız evi olarak kızın çeyizini düzüyor ve düğün masraflarına da katılıyordu. Türk Mitolojisi adlı eserimizde de gösterdiğimiz gibi,Manas destanının tam mitolojik olan metin ve derlemelerinde Manas Han karısı Kanıkey Hatun’u babası Temir Han’dan kahnsız olarak kaçırıyordu. Diğer derlemelerde ise 60 deve yükü kalından ve kızın da babasından alıp getirdiği bir sürü çeyizden söz açılıyordu. Bazı Kuzey Türk masallarında ise kalının gelin almadan önce kız evine geldiğini görüyoruz. Çok daha mitolojik Kuzey Türk masallarında -Dede Korkut’taki Banı Çiçek gibi kızlar çok akıllı görünüyorlar. Kalın olarak verilen öküzü beğenmiyorlar ve oğlan evine sihirli göstermelerle ders veriyorlar. Fakat yine de evleniyorlar. Bu konuya nikâh maddesinde yeniden döneceğiz. Aslında kalın, mal ve para, yani madde donundan çıkmış “kutlu bir nikâh” manasına bürünmüştür. Nitekim Arapça “mihr” ve Farsça “kabin” maddelerinde Mütercim Âsim Efendi, “bunlar kadınların mihridir, Türkçe’de kaim, bu diyarlarda yani (Antep’te) ise buna nikâh denir” diyordu.
Kalın ve başlık ödeme, Türklerde bir kız satışı demek değildir: Geçen yüzyılda Türk illerinde gezmiş olan araş-itırıcılar, bu mesele üzerinde de dikkatle durmuşlardır. Bu konu ile ilgili görüşleri şöyle toplayabiliriz: “Türklerde kadın bir eşya veya mal (res) değildir. Bunun için de ödenen kalın, bir gelin fiyatı (brid-ge price) olamazdı. Çünkü kadın evlilik hayatında bir köle (chattel) olarak görülmüyordu.” Daha Kuzey’deki bazı Altay Türkleri ile Moğollarda ise, kadının durumu böyle değildi. Türkleri geri. Moğolların Batı’daki bir serpintisi gibi gören Krader bile Türklerdeki kadının durumunu, böyle anlatmak zorunda kalmıştı. Kutlu kalınla ve ağır düğünle t alınan “ilk kadın”, evi idare eden bir baş ve reis gibiydi. Radlof’un da gördüğü gibi sonra aknan kadınların durumu ise acıklıydı. Radlof bile bu ayrılığı İslâmiyet’e aykırı görmekteydi. Ancak
Karutz’un da gördüğü gibi Türkmen-lerde eski aile töreleri, Kur’ân hükümlerinden daha önce geliyordu. Çünkü İslâmiyet’te alman bütün kadınlar eşittir. Belki de Türklerde cariye statüsünde bulunan sonraki arasında bir alım satım söz konusu olabilirdi. Ancak ilk kadınla sonraki kadınlar arasında bir ayırma yapma zorun-luğu vardır. Yeryüzünde zengin olan herkes, birkaç kadın daha alabilmiştir. Nitekim Dingelstedt bir Kazak atasözünden de söz açmaktadır:”Parası olan Şartlar,yani çiftçi Tacikler ile Türkler-bir tarla alırlar, paralı (hayvancı) Kazaklar ise bir kadın alırlar”. Ancak burada ilk kadından değil, sonraki kadınlardan söz açılıyordu. Çünkü ilk evlenme, bir soyluluk derecesi ve küfüv meselesidir. Evlenecek genç iyi, fakat parası yoksa, kendi malî gücü kadar verebilir ve iyi bir kızla evlenebilirdi. Karutz bunu geçen yüzyılda Türkmenler arasında görmüştü. Önemli olan para değil, iyi ad sahibi olmaktı. Yine Karutz’a göre kalın anlaşması karşılıklı bir akiddir. Aynı zamanda karşılıklı bir hediyeleşme (gegengabe) idi. Bu,”çocukların işlerini yoluna koyabilmeleri için yapılan bir çeşit yardımdı. Kız evi de ödemede bulunurdu. Çünkü bu, bir prestij ve onur meselesiydi. Ancak kız evinin ödediği “çeyiz” daha az olurdu. Çünkü kızın gitmesi ile kız evi, bir iş gücü kaybederdi. Oğlan evi ise, bir iş gücü kazanmış olurdu. Bu Prof. Karutz’un kendi yorumudur. Görülüyor ki Türkmenlere ve Batı’ya doğru gelindikçe anlayışlar daha insanîleşiyor ve daha yumuşuyordu. Kuzey Türklerinde ise kalına “kızın kemik satımı parası” gibi, çok daha sert ve katı bir anlayışla bakılıyordu. Gerçi Anadolu Türkleri de kız evinin bu hakkım görme-mezlikten gelmemişler ve oğlan evinden gelen hediyelere “süt hakkı, ana bezi, bacı yolu” gibi adlar vermişlerdir. Ancak çok daha yumuşamış olarak. Anadolu’nun birçok yerlerinde kalın, “hibe” olarak verilmektedir. Aslında Orta Asya’daki Türkler de oğlan evinden gelen kalın veya başlık parasının yüksek olmamasına dikkat ederlerdi. “Kızlarının koca evinde basılıp, köle haline gelmemeleri” için. Bu sakıncalar kendini bilen herkeste bulunurdu. Nitekim Radlof da bunun üzerinde bastırarak durmuştur. Eski Osmanlı kitaplarında da görülen, “andan çok kalın isteme, kız satıcı olma” gibi sözler, bu gerçeği doğrularlar. Aslında Kafkasya’daki bazı Çerkezlerle Anadolu’yu karşılaştırırsak, Anadolu Türklerinin kız satıcısı olmadıkları açık olarak görülebilir.
Türklerde kalın, ailenin bir güvenlik sigortası gibi görünüyordu: Yukarıda da belirttiğimiz gibi kız evine ödenen kalın, damadın şahsî malı değil; oğlan ailesinin müşterek bir malı veya sermayesinin bir bölümü gibi görünüyordu. Balliuzek’in Küçük Yüz Türklerinde gördüğü gibi, “ölen kardeşin malı yaşayan kardeşler arasında bölünebiliyordu.” Evlenen oğul hesabına ödenen kalın da, “ailenin müşterek malinin bir parçası gibiydi. Bunun için nesilden nesile mirasçılar tarafından bölünebilir veya bu hak istenebilirdi. Bu demektir ki, oğlanın ailedeki miras hakkının bir kısmı, kalın olarak evlenme sırasında oğlana, miras törelerine göre verilmiş veya meşruten vakfedilmiş (entailed) oluyordu. Bu töreye göre evlenen oğul, ailenin kontrolü altına girmiş oluyordu: “Koca, gücünü kullanarak veya keyfine göre karısını bırakması veya boşaması halinde, (töre ve ailesi) kocaya karşı geliyordu. Böylece koca zarar görüyor; kadın ise korunuyordu. Daha doğrusu koca, boşadığı karısından, kalınla ilgili bütün haklarını kaybediyordu”. Bu durumda yalnızca koca değil; oğlan ailesi de zarara girmiş oluyordu. Kadın ise kalına ve tazminata sahip oluyordu. Dingelstedt’e göre ise, “koca, karısını boşama veya bırakma sonunda yalnızca kalını değil; evlenmeyi düzenleyen andlaşmadaki bütün hak ve malları gibi vb.’yi hep birlikte kaybediyordu”. Görülüyor ki Türklerin kalın verme töreleri ile İslâmiyet’teki mihr arasında, sebep ve sonuç bakımından, pek büyük bir ayrılık yoktu. Yalnız “mihr” andlaşması, evlenen kişiyi bağlıyordu. Kalın andlaşması ise, aileler arasında yapılıyor ve aileleri bağlıyordu. Bunun için daha sosyal ve güvenli idi. Bugün de hep birlikte çalışan Anadolu’daki ziraatçı veya hayvancı Türk ailelerinde bu gelenekler,
değişikliklerle yürürlüktedir. “İslâmiyet’e aykırı olmadığı için, aslında mihr olmayan bu kalın andlaşmalarmı, molla ve kadılar da imzalıyorlardı. Kadın da istediği zaman kaçıp baba evine gidemezdi. Bu durumda kız evinin kalını geri vermesi gerekiyordu. Ayrıca Türkmenlerde bu durumlar için, ağır cezalar da konmuştu. Bu cezalar, hem kadın ve hem de erkek İçindi. Görülüyor ki Türklerde kaim, unutulmayan ve kaybolmayan bir “depozito” görünümünde idi. Geçen yüzyılda Türk illerinde gezen ve yukarıda adlarım verdiğimiz araştırıcılar, “kadının şikâyet hakkı”ndan da söz açmışlardır. Evlendiği erkek sakat veya iktidarsız çıkarsa, kadın bundan dolayı şikâyet edebilir, ve kalanı geri verme yoluyla kocasından ayrılabilirdi. Kadın kısır çıkarsa kız evi, ya kalını geri verir yahud da gelinin kız kardeşlerinden birini, düğünsüz ve kahnsız olarak verme yoluna giderdi. Belki de bunun için Anadolu’da baldıza, “yamalık” demişlerdi. Baldızla evlenme ancak kız kardeşinin ölümünden sonra olabilirdi. İki kızkardeşi alma Türklerde tabu ve yasaktı. Grodekov, ünlü eserinde bu yasak evlenmeleri, göstermiştir.