Namus Anlayışı
Türklerde “ilin sağrısı”, yâni memleketin ve devletin bel kemiği sayılan soylu, asâletli ve büyük imparatorluklar kurmuş olan bazı Türk kesimleri vardır ki, namus anlayışında da bunlardan başlamak gereklidir. Bunların başında da Oğuzlar gelir. Herhalde Hun ve Göktürk İmparatorluklarını da, onlar kurmuşlardı. Batı Asya tarihi de onların eserleriydi. Bunun için dağlar, ormanlar veya Tundralar arasında sıkışıp kalmış, gelişememiş, geri Türk kesimlerine bakmaya, bir gerek yoktur. Türk ailesinin temeli, kan ile kocanın birbirlerine karşı olan kesin sadakata dayanıyordu. Gök-türklerde, zina yapan hem kadın ve hem de erkeğin cezası, ölümdü. Hattâ bir Göktürk Kağanı, zina yapan bir Çinli prensesi, giderek çadırında kendi eliyle öldürmüştü. İbn Fadlan da Oğuzlarda, bu durumu görmüştü: “Oğuzlar zina diye bir şey bilmezler” diyordu. Zina yapanları ağacın dallarına bağlayarak ikiye böldüklerini söylüyordu. Farsça Oğuz destanına göre ise, Kon Tegin’in üvey annesinin kol ve ayakları dört ata bağlandı. Bundan sonra da atlar kırbaçlanınca, kadın dört parçaya bölündü. Türk destanlarında “kadının sadakatinin ve aile yuvasına muhabbetinin hiçbir hududu yoktur. îl içinde, kadının namusunu lekeleyebilecek dedikodular bile, kadının mevkiini sarsamazdı… Yiğitler atlarına seslenirken karıları için, “senin sevgili annen, bizim sevgili annemiz” diyorlardı… Zaferlerini kadınına ve kadının beslediği ata boruçluy-dular… Destanlarda kadın, bir melek olarak anlatılırdı. Bununla beraber kadınlık şeref ve namusuna hıyanet eden kadının cezası da korkunçtu. Böyle kadınlar, çapkın kısrakların kuyruklarında cezalarını bulurlardı. Halbuki Romalılar ile eski Araplarda, yabancılardan “döl alma” geleneği bile vardı. Islavlar ile Polonyalıların da, Avar Kağanlığı’ndan döl aldıkları söylenir.