Nişanlanmanın Sona Ermesinin Sonuçları
1) Hediyelerin Geri Verilmesi: Hemen her nişan ilişkisinde tarafların birbirlerine hediyeler vermesi olayına rastlanır. Nişanlılar, birbirlerine olan bağlılıklarının ifadesi olmak üzere malî güçlerine, imkânlarına göre çeşitli armağanlar verirler. Duygusal ilgiyi ve bağlılığı simgeleyen hediye teatisi, aynı zamanda, geleneklerle de desteklenen bir ahlâkî ödev sayılır. Bu ödevin yerine getirilmesiyle, nişanlıya, bazen, küçümse nemeyecek ölçüde kazandırmalar da yapılmış olur. îster değerli, ister değersiz olsun, duygunun, bağlılığın ve geleneğin etkisiyle nişanlıya sağlanan bu tür çıkarların, nişan ilişkisinin sona ermesi halinde ne olacağını belirlemek lâzımdır. Gerçekten, verilen hediyenin dayanağı olan asıl sebebin tarafların ilerde yapacakları evlilik olduğu düşünülürse, bu sebep ortadan kalkınca, verilen hediyenin onu alanda kalması da anlamını yitirir. Bunu gözönünde tutan kanun koyucu, nişanın sona ermesinden sonra, nişanlanma dolayısıyla diğer tarafa hediye vermiş olan nişanlının, bunu geri isteyebileceğini kabul etmiş bulunuyor (Medenî Kanun M1. 86).
İlk olarak belirtilmesi gereken nokta şudur ki, hediyeyi geri isteme hakkı sadece nişanh tarafından kullanılabilecek bir haktır. Bu sebeple kanun koyucu, “Nişan vefat sebebi iîe bozulmuş ise istirdat dâvası asla yoktur” hükmünü getirmektedir (Medenî Kanun, M. 86/son cümle). Bu hüküm yaşama gerçeklerine uygun bir varsayımı yansıtmaktadır. Nişan ölümden başka bir sebeple de sona ermiş olsa, hediye vermiş olan nişanlının kendi anlayış ve inancına ya da duygusal durumuna göre, bunları geri istemekten vazgeçmesi mümkündür. Bu duruma göre, özellikle ölüm gibi bir olay sonucunda çözülen nişan bağlılığı dolayısıyla, her iki taraf için de manevî yam ağır basması imkânı bulunan hediyelerin geri istenmesi yolunu kapamak uygun olur. Şu halde, ne hayatta kalan nişanh ölenin mirasçılarından, nişanlısına vermiş olduğu hediyeleri geri isteyebilir, ne de ölenin mirasçıları, hayatta kalandan kendisine ölen. nişanlısı tarafından verilmiş hediyeleri iade etmesini isteyebilirler. Bu arada şunu da belirtelim ki, geri istenmesi sözkonusu olan “hediye” kavramı, sadece nişanlıların birbirlerine verdikleri hediyeleri kapsar. Nişan dolayısıyla nişanlıların yakınlarının (meselâ ana-babanın) nişanlanan eşlere verdikleri hediyeler bunun dışında kalır. Bu tür hediyeler, nişanın bozulması halinde hediyelerin geri verileceğini düzenleyen hükme tabî değildirler. Bunlar için, gerekli öteki şartlar varsa, Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş bulunan “bağıştan dönme” hükümleri uygulanabilir. Kısaca, nişanlılar dışında kalan kişilerin nişan dolayısıyla verdikleri hediyeler meselesi, nişanlanma hukuku ile ilgili bir mesele değildir.
Kanunda açıkça yazılmış olmamakla birlikte, nişanın gaiplik sebebiyle sona ermiş olması halinde de hediyelerin geri Verilmeyeceği hükmü uygulanmak gerekir. Bunun gibi, nişanlanma evlenme ile sonuçlanmışsa, hediyelerin geri verilmesi artık sözkonusu değildir. Meselâ, nikâh akdedildikten kısa bir süre sonra eşler bdşanmışlarsa, boşanan eş, diğerinden, nişanlılık sırasında verdiği hediyeleri geri isteyemezi
Hediye kavramına, esas itibariyle, maddî değeri olan şeyler girer. Nişan için nişanlanan kıza takılan yüzük, takılan kolye ve diğer ziynet eşyası bu anlamda hediyelerdir. Nişanlı kız tarafından
Medenî Kanun’un 84. maddesine göre “Nişanlılardan biri muhik bir sebep yok iken nisam bozduğu veya iki taraftan birine atfedilecek bir kusur yüzünden nişan bozulduğu takdirde, taksiri olan taraf, diğer tarafa, ana ve babasına veya bu hususta onlar gibi hareket eden sair kimselere hüsnüniyet ile ve nikâhın icra olunacağı kanaati ile ihtiyar ettikleri masarife mukabil münasip bir tazminat vermeye mecburdur.”
Bu hüküm, şartlarını belirtmek suretiyle,nişan bozulması halinde sözkonusu olabilecek maddî tazminat meselesini düzenliyor. Bu şartları şöyle özetleyebiliriz:
(a) Tazminat sorumlusu olması sözkonusu bulunan kişinin nisam “muhik bir sebep” olmaksızın bozmuş olması veya nişanın bozulmasına kendi kusuruyla sebep olmuş bulunması. Burada sözü edilen “muhik sebep”, “önemli sebep” karşılığıdır. Nelerin haklı veya önemli sebep sayılacağı, her somut olayda yargıcın takdirine tâbidir. Diğer tarafın kusurları davranışları, nisam bozan açısından haklı sebep (muhik sebep, önemli sebep) sayılır. Mesela, nişanlının sadakatsizliği, diğer nişanlının yakınlarına karşı saygısızlığı evlenmeyi gereksiz yere geciktirici davranışları vb.leri muhik sebepler olarak kabul edilir. Yalnız kusurdan kaynaklanan değil, kusura dayanmayan bazı hallerin de haklı sebep sayılıp sayılmayacağı tartışılabilir. Meselâ, nişanlısına karşı olan ilgisinin veya sevgisinin ruhî sebeplerle azaldığını ve bu yüzden evlenmekten vazgeçtiğini ileri süren kimse, aslında, kendi açısından, önemli bir sebebe dayanmaktadır. Ama bu gibi durumları, hukukî açıdan, nişan bozmaya sebep
olabilecek haklı sebep saymak yerinde olmaz. Bu yol açılırsa, meselâ, nişanlandıktan sonra bir başkasına birdenbire ve çok derinden âşık olduğunu söyleyen kimsenin durumunu da mazur görmek gerekecektir.
Nisam haklı sebep olmaksızın bizzat bozan taraf değil, kendi kusurlu davranışlarıyla, diğer tarafın nisam bozmasına sebep olan nişanlı da tazminat sorumlusu olabilir. Meselâ, nişanlanmadan sonra, nişanlısından başkalarıyla gönül serüvenleri sürdüren kimsenin bu davranışı dolayısıyla, diğer nişanlı nişanı bozarsa, sadakata uygun hareket etmeyen nişanlı, nişanı kendi bozmadığı halde, maddî tazminatla sorumlu tutulabilir.
(b) Tazminat sorumluluğunun ikinci unsuru “zarar”dır. Kanundaki anlatıma göre bu zarar, evlenmenin gerçekleşeceği kanaatiyle yapılan “harcamalar masraflardan meydana gelir. Meselâ, düğün için yapılan hazırlıklar sebebiyle pastacıya veya düğün salonu işleticisine verilen avanslar bu tür harcamalardır. Gelinlik için harcanan para veya evlenmeden sonra oturulacak ortak evin kiralanması için yapılan masraflar da buraya girer. Bu harcamaların sadece nişanlılar tarafından yapılmış olması şart değildir. “Ana ve baba” veya “onlar gibi hareket edenler” (Meselâ, yetim yeğenin evlendirilmesi işini üstlenmiş olan amca veya bir başka yakın) de bu tür harcamaları için nişanı haksız yere bozan veya kusuruyla nişanın bozulmasına sebep olan nişanlıdan maddî tazminat isteyebilirler.
(c) Bu harcamaların iyi niyetle ve evlenmenin gerçekleşeceği inancı ile yapılmış olması gerekir. Zengin bir nişanlının evlenmeden sonra nasıl olsa karşılayacağı düşüncesiyle fevkalade Ölçülerde yapılan masraflar iyi niyetle bağdaşmayan harcamalardır. Bunların karşılanması sözkonusu olursa, makul sınırlar içinde kalan kısmı gözönünde tutulacaktır. Öte yandan yapılan harcamaların “nikâhın icra edileceği kanaatıyla”, yani evlenmenin gerçekleşeceği inancıyla yapılmış olması gerekir. Bu sonucun gerçekleşmeyeceği veya gerçekleşmesinin zorlaştığı anlaşıldığı halde harcamalar yapılmakta ısrar edilmişse, bunlar dolayısıyla maddî tazminat istenemeyecektir.
Bu şartlar varsa, kusurlu nişanlıdan, yapılan harcamaların karşılanması talep edilecektir. Nişanlı bu isteği geri çevirirse, tazminat alacaklısı olan taraf mahkemeye başvurabilir. Yargıcın burada yapacağı inceleme, tazminat talebi şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Önce bunun tesbit edilmesi gerekmektedir. Bu arada önemli meselelerden biri zarar tutarının belirlenmesidir. Burada sözkonusu olan zarar, genel olarak tazminat hukukunda “menfî zarar” adı verilen türden zarardır. Bunun gerçek tutarı tesbit edilemiyörsa, yargıç kanunun buyruğu doğrultusunda, zararı takdiren belirlemeye yetkilidir. Bu . tesbitlerden sonra yargıca düşen iş, tazminat tutarını belirlemektir. Burada, tazminat tutarının belirlenmesi açısmdan bir özellik vardır. Yargıç, uğranılan zararın tamamına hüküm vermek zorunda değildir. Kanundaki özel hüküm gereği yargıç “münasip” bir tazminatı karara bağlayacaktır. Bunun anlamı hakkaniyete uygun bir karar verilmesidir.
3) Manevî Tazminat:
Medenî Kanun’un 85. maddesinde, nişanın bozulması halinde sözkonusu olabilecek manevî zararların giderilmesi meselesi düzenlenmiştir. Maddedeki anlatıma göre, manevî zarar “şahsen fahiş bir surette mutazarrır olma “dır. Bunun anlamı, bozulan nişan yüzünden uğranılan elem, keder, acı ve ıstırap sonucunda nişanlının manevî yönden sarsılmış olmasıdır. “Fahiş” sözcüğünün kullanılmış olmasının sebebi, bu sarsıntının olağandışı olması, başka bir deyişle “ağır bir zarar” şeklinde ortaya çıkmasıdır. Nişanın bozulmasının doğurabileceği sıradan üzüntü veya kırgınlık bu şartın meydana gelmesine yeterli değildir.
Uğranılan zararın kanunda öngörülen ölçüye uyup uymadığım, somut olayın özelliklerine göre yargıç takdir edecektir. Bu konuda pek sık rastlanılan örnek’ genç bir nişanlı kızın, evlenmenin gerçekleşeceği inancıyla, kendisini nişanlısına teslim etmiş olmasıdır. îffet sahibi bir gencin böyle bir durumda, bozulan nişan dolayısıyla ağır bir manevî sarsıntıya uğramış olacağını kabul etmek, olayların normal akışına uygun bir takdir olur. Yurdumuzda bu sebebe dayanılarak açılmış bulunan manevî tazminat dâvalarında mahkemeler, öteki şartlar da varsa, tazminata hükmetmektedirler. Fakat belirtmek gerekir ki, bu hal manevî tazminata hükmedilmesi gereken yegane hal değildir. Meselâ, nişanın bozulması yüzünden ruhî bunalımlara uğrayarak tedavi gören veya böyle bir olay sonucunda geçirdiği sıkıntılarla meslekî başarısızlıklara uğrayan nişanlı da “ağır zarara” maruz kalmış sayılabilir.
Manevî zarara sebebiyet veren nişan bozma olayında, diğer tarafın kusurlu olması şarttır. Bunun ağır bir kusur olması aranmamıştır. Buna karşılık, zarara uğrayan taraf da “kusursuz” olmalıdır; nişan bozulmasında onun da kusuru olmuşsa, manevî tazminat istenemez.
Manevî tazminatın tutarı yargıç tarafından belirlenir. Bunu takdir ederken yine hakkaniyet ölçeğine başvuracaktır. Kanun, burada da “münasip” tazminattan sözetmektedir. Bu tazminat talebi “şahsî”dir; yani mirasçıya geçen haklardan değildir. Ancak dâva açabilecek olan miras bırakan hayatta iken bu dâvayı açmışsa, mirasçıları bu dâvaya devam edebilirler. Kanun, bir de, manevî tazminat talebinin, talep yetkilisi olan nişanlı daha hayatta iken karşı tarafça kabul edilmiş olmasını, bu hakkın miras yoluyla mirasçılara geçişi için yeterli sayıyor. Yani, bu halde de mirasçılar, tazminatla sorumlu olan nişanlıdan bu tazminatı ödemesini isteyebilecekler, ödemediği takdirde dâva açabileceklerdir. Bu haller dışında dâva hakkının kabul edilmemiş olması yerindedir. Çünkü, manevi zarara uğradığı iddia edilen nişanlı dâva açmadan ölmüşse, bu durum, bir yandan, onun yaşarken bu dâva hakkını kullanmak istemediği anlamına gelebilir, öte yandan da, ölüm olayından sonra manevî zararın gerçekten mevcut olup olmadığının tespiti çok zor bir iştir. Bu düşüncelerle kanun koyucu, manevî tazminat dâvasının mirasçılara geçmesini belirtilen haller dışında kabul etmemiştir.
4) Zamanaşımı:
Her talep gibi, nişanm sona ermesinden doğan talepler’ de belli bir zaman içinde kullanılması gereken taleplerdir. Medenî Kanun, zaman aşımına ilişkin genel kurallar dışında, nişanm sona ermesi olgusundan kaynaklanan talep ve dâva haklarını bir yıllık bir zamanaşımı süresine tabî tutmuştur (Madde 87). Demek M, ister hediyelerin geri verilmesi dâvası, isterse maddî ve manevî tazminat dâvası açılmak istensin, bunun büyü içinde açılması gerekir.
Bir yıllık süre, burada, uygun bir süredir. Kanun koyucu dâva açma kararının meydana gelmesi için bu kadar süreyi yeterli bulmuş, bundan fazla beklenmesini ise gereksiz saymıştır.
Bir yıllık sürenin işlemeye başladığı an nişanm sona erdiği andır. Bunun tespitinde genel esaslar uygulanabilir.
Kanunda, bir yılın geçmesiyle dâva “sakıt” olacağı (düşeceği) söyleniyorsa da, bu anlatım doğru değildir. Burada sözkonusu olan “hak düşümü” değil, “zamanaşımı”dır. Zamanaşımının sözkonusu olduğu hallerde dâva hakkı kendiliğinden düşmez; ancak açılan, dâvaya karşı dâvâlı “zamanaşımı defi” adı verilen savunmayı yapabilir. Bunu yapmazsa, dâva, bir yıl sonra da açılmış olsa, hediyelerin geri verilmesi veya tazminat kararı verilebilir.